
Son günlerde Kuzey Kıbrıs meselesi, Türkiye’de, Orta Asya’da ve diğer yabancı basın organlarında güncelliğini korumakta. Bazıları, “Orta Asya Türk birliğine sadık kalmadı” şeklinde iddialar öne sürmekte. Peki bu iddialar nereden çıktı ve kimler tarafından yayılmakta? Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti nasıl ortaya çıktı ve bu konuda BM kararları neden sorgulanmakta?
Bu söylentilerin çıkış noktası, Orta Asya–Avrupa Birliği Zirvesi kapsamında 3–4 Nisan tarihlerinde imzalanan Semerkand Bildirisi ile ilgilidir. Bildirinin bir maddesinde, 1983–1984 yıllarında kabul edilen BM’nin 541 ve 550 numaralı kararları anılmakta. Bu kararlar, Kıbrıs’ın bütünlüğünü vurgular.
Kıbrıs, Akdeniz’de bir ada olup, yüzölçümü 9.251 km², nüfusu ise 1 milyon 350 binden fazladır. Kıbrıs ile Türkiye arasındaki mesafe sadece 60 km iken, Yunanistan’a olan mesafe 783 km’dir — yani Kıbrıs, Yunanistan’dan 13 kat daha yakındır.
1571 yılından itibaren Kıbrıs, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olmuştur. Ada’da Rumlar ve Türkler birlikte yaşamışlardır. Osmanlı’dan sonra Kıbrıs, İngiltere’nin kontrolüne geçmiştir. 1960 yılına gelindiğinde Kıbrıs, İngiltere’den bağımsızlığını ilan eder. Bağımsız bir devletin ikiye bölünmesini anlamak için Yunanistan’daki gelişmelere bakmak gerekir.
1945’te İkinci Dünya Savaşı biter, dünyada iki kutuplu sistem doğar, ABD ve SSCB arasında Soğuk Savaş başlar. 1946–49 yılları arasında Yunanistan’da komünist ayaklanmalar sonucu iç savaş çıkar. Hükümet, ABD ve İngiltere desteğiyle kazanır. 1967 yılında Yunanistan’da askeri darbe yapılır. “Kara Albaylar” komünistlere, sosyalistlere, liberallere, aydınlara ve muhaliflere ağır baskılar uygular. İnsan hakları öyle ağır ihlal edilir ki, Danimarka, İsveç ve Norveç, Yunanistan’ın Avrupa Konseyi’nden atılmasını önerir. Bu süreci beklemeden Yunanistan kendi isteğiyle Konsey’den ayrılır.
Darbeyi yapanlardan Georgios Papadopoulos, aynı anda hem başbakan, hem içişleri, hem dışişleri, hem de savunma bakanı olur. Diğer askerî yetkililer de devletin önemli makamlarını ele geçirir.
1973 yılının Kasım ayında, Yunanistan’daki öğrenci protestoları sonucu Papadopoulos devrilir ve ev hapsine alınır. Yerine başka bir asker — Tuğgeneral Dimitrios Ioannidis iktidara gelir.
Bu yıllarda ABD için esas mesele, SSCB’nin Yunanistan’da etkisinin yayılmamasıydı. Bu yüzden Washington, baskılara göz yumar, hatta darbe döneminde bile Atina’yı desteklemeye devam eder. Ancak 1973 Ekim’inde gerçekleşen Arap-İsrail savaşından sonra Suudi Arabistan Kralı Faysal, ABD ve müttefiklerine petrol ambargosu uygular. Bu ambargo ABD’yi ekonomik darboğaza sokar ve Washington, Yunanistan’a yardım edemez hale gelir.
Bu ortamda Ioannidis, halkın dikkatini başka yöne çekmek için “Büyük Yunanistan” sloganıyla 15 Temmuz 1974’te Kıbrıs’ta darbe yapar. Yunan askeri güçleri ve Kıbrıs’taki silahlı Rumlar birlikte hareket ederek, Kıbrıs Cumhurbaşkanı III. Makarios’u devirir. Ardından, Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan Türklere karşı baskılar başlar. Doğal olarak Türkiye bu duruma sessiz kalamaz ve 20 Temmuz’da Kıbrıs’a girerek, oradaki Türk halkını korur.
Yani, bağımsız Kıbrıs’ı ilhak etmek isteyen ülke Yunanistan’dı, Türkiye değil. Türkiye’nin Kıbrıs’a asker göndermesi ise, 1960 yılında elde ettiği garantörlük yükümlülüğü ile açıklanır. Çünkü 1960’ta Kıbrıs, İngiltere’den bağımsızlığını İngiltere, Yunanistan ve Türkiye garantörlüğünde ilan etmişti.
Türkiye’nin müdahalesinden sonra Yunanistan yenilir, devrilen Cumhurbaşkanı Makarios görevine geri döner. 9 gün sonra, 24 Temmuz 1974’te, Yunanistan’daki askeri cunta dağılır ve ülke diktatörlükten demokrasiye geçiş sürecine girer.
1975 yılına gelindiğinde, Kıbrıslı Rumlar ve Türkler arasında bir anlaşma yapılır. Buna göre Kıbrıs federatif bir cumhuriyet olmalı ve Türk azınlığa baskı yapılmamalıdır. Ancak bu anlaşma uygulanmaz ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) 1983 yılında bağımsızlığını ilan eder.
Bugüne kadar BM KKTC’yi tanımamıştır, çünkü Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri — ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin — Türkiye’ye ve genel olarak Müslüman ülkelere olumlu bakmayan ülkelerdir.
KKTC’yi şu ana kadar sadece Türkiye tanımıştır. KKTC’nin Ankara’da büyükelçiliği vardır. Ülke, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Türk Devletleri Teşkilatı nezdinde gözlemci statüsündedir. Ancak Batılı ülkeler, özellikle Avrupa Birliği, Kuzey Kıbrıs’ın tanınmasını istememektedir. Osmanlı’nın beş asrı aşan geçmişine yönelik tarihî algılar hâlâ etkisini göstermektedir. Örneğin, Türkiye 40 yıldır AB’ye tam üye olamamaktadır. Kıbrıs ise 2004’te AB’ye tam üye olmuş, 2008’de euro para birimine geçmiştir.
BM Güvenlik Konseyi’nin 541 ve 550 sayılı kararları hâlâ geçerli mi?
Uluslararası hukuk uzmanlarına göre bu kararlar tartışmasız değil. 24 Nisan 2004’te BM himayesinde tüm Kıbrıs’ta bir referandum yapılır. Bu referandum, dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın planına dayanır. Plana göre, Kıbrıs birleşecek, 6 kişilik bir başkanlık konseyi (4 Rum + 2 Türk) tarafından yönetilecekti. Bu altı kişi sırayla başbakan, cumhurbaşkanı ve başkan yardımcısı olacaktı. Kıbrıs’taki Türk tarafının toprakları %37’den %28’e düşürülecekti.
Peki sonuç ne olur? Kıbrıslı Rumların %75’i birleşmeye karşı çıkar, Türklerin ise %65’i birleşmeye evet der. Rumlar neden karşı çıkar? Çünkü Güney Kıbrıs ekonomik olarak zengindir, turizmi gelişmiştir ve dış ilişkileri güçlüdür. Kuzey Kıbrıs ise yaptırımlar altındadır, turizm zayıf ve ekonomik olarak daha yoksuldur. Rumların bir kısmı “neden fakir kuzeyin yükünü biz çekmeliyiz?” diyerek, “Türkiye’den gelen Türkler” bahanesini öne sürer.
Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs ve Kıbrıslı Türkler konusundaki tutumu nettir: kültürel özerklik sağlansın, baskı olmasın. KKTC’nin önünde iki yol vardır: ya dünya topluluğu bu ülkenin bağımsızlığını tanır, ya da Güney Kıbrıs ile birleşir, hakları ve özerkliği garanti altına alınır. Her iki seçenek de Kıbrıslı Türklerin haklarını güvence altına alır.
Kuzey Kıbrıs — Türk dünyasının ayrılmaz bir parçasıdır
Türk dünyası — öncelikle manevî, kültürel ve kimlik bilinciyle oluşmuş bir bütündür. Türk halkları ve milletleri tarih boyunca dünyanın hangi coğrafyasında yaşamış olurlarsa olsunlar, Türk dünyasının parçasıdır. Dolayısıyla Kuzey Kıbrıs — statü meselesi değil, mevcut durumun hukuken tescillenmesi meselesidir.
Türk dünyası, tarih boyunca büyük güçlerin baskısı altında olmuştur. Ve bu baskılar, çelişkiler hâlen devam etmektedir. Bu nedenle Türk devletleri, bir yandan toprak bütünlüğünü güçlendirmeli, diğer yandan da diğer Türk halklarıyla iş birliğini ve dayanışmasını artırmalıdır. Bu yol kolay değildir. Çelişkiler vardı, var ve olacaktır.
Bazı Türk medya organları, “Orta Asya Türk birliğine ihanet etti, Erdoğan dış politikada kaybetti” demektedir. Oysa Türkiye’de siyasi çoğulculuk güçlüdür, muhalefet partileri çoktur. Kuzey Kıbrıs konusunda panik yayanlar daha çok muhalif medya, aktivistler ve düşünce insanlarıdır. Resmî Ankara ise bu konuda sessizdir. Çünkü Türkiye hükümeti bu tür gerilimlerin üstesinden gelmek için bölünmeye değil, iş birliği ve birlik mesajına öncelik verilmesi gerektiğini bilmektedir.
Kuzey Kıbrıs — tarihî olarak Türk dünyasının bir parçasıdır, bu durumu resmileştirmek ise gelişim, birlik ve ortak güç anlamında büyük önem taşır.
Kamoliddin Rabbimov,
siyaset bilimci
Telegram’da «Zamin»i takip edin! siyaset bilimci
Ctrl
Enter
İlgili haberler