
Yaşım 41. Semerkand bölgesindenim. 18 yaşımda istemediğim bir adamla evlendim. Kocam bana açıkça ihanet ediyordu. Göz yumdum. Ailem dağılmasın diye sabrettim. Evde hem erkek, hem kadın oldum. Kadınlık görevimi de unutmadan yaptım. Buna rağmen aşağılandım, zorlandım. Çocuklarımın geleceği için Rusya ve Türkiye'de göçmen olarak hayatımı geçirdim. Başımdan geçenler için kimseyi suçlamıyorum. Bu bana verilen bir sınav...
Evimde Kurban Bayramı'nı kutlayıp Taşkent'e doğru yola çıktım. Otobüste bir kadınla birlikteydik ve sohbet ettik. Başından geçenleri duyunca garip duygular yaşadım: beni yoran günlük sorunlar, bu kadının yaşadıkları karşısında samanlıkta bir çöp gibiydi. Nankörlük ettiğimi düşünüp kendimi suçladım.
Kadın kendi kaderinden bahsederken, diğerlerinden farklı olarak kimseyi suçlamadı, ne olursa olsun her şey için Allah'a şükrederim, daha kötüsü olabilirdi dedi. Bu sözleri beni çok etkiledi. Kahramanımın kaderi, kimileri için bir ders, belki de doğru yolu seçmek için bir teşvik olur.
"Babamın sözünü iki edemedim"
18 yaşımda uzak bir akrabamla evlendim. Babam akrabamıza söz vermişti, aradaki akrabalık bağlarını güçlendirmek için ona evlendim.
Daha önce bir gençle sözleşmiştik. Evimize birkaç kez istemci gönderdi, çok uğraştı, babam razı olmadı çünkü akrabamıza söz vermişti. Annem o genci sevdiğimi biliyordu. Ne ben ne annem babama bir şey söyleyemedik. Babam kesin cevabını verdikten sonra sevgimden vazgeçip mecburen razı oldum.
"Kocam kendi evimde bana ihanet etti"
Evlenmemize babam dışında herkes karşı çıkmıştı. Çünkü kocam varlıklı bir ailenin şımarık çocuğuydu, en küçük çocuk olduğu için istediğini yaptıran, dar görüşlü, yüzeysel hayatı seven biriydi. Eğlence ve "gece kelebekleri" onun her şeyiydi. Düğünden önce bunu duymuştum. Evlenince her şey düzelir diye düşünmüştüm.
1998'de evlendik. O zamanın en gösterişli düğünlerinden biriydi. Bir yıl huzurlu yaşadık, sonra kız çocuğum oldu. Kayınvalidem, kayınpederim ve kaynana ile aynı avluda yaşıyorduk. Kayınpederim düğünlere gidip müzik yapardı. Kocam da kardeşine yardım ederek düğünlere giderdi.
Kocam eve geç gelirdi. Ne iş yaptığını bilirdim. Görmezden geliyordum. Evdekilere bu konuda hiç bir şey söylemedim. Taşınca anneme anlatırdım, "Sabret kızım" diye teselli ederdi. Ailemiz böyle yetişmişti, evin içindeki konuşmaları dışarıya yansıtmazdık. Bu yüzden kocam ne kadar döverse, aşağılasa kimseye söylemedim.
Bir gün kocam düğüne gitti. Düğünü bitirip eve bir kızla girdi. Eve gitmek için geç kaldığını bahane eden dansöz kız bir gece bizde kaldı. Onun saygısını koruyup karşıladım. Ayrı bir odaya yerleştirdim. Kızım henüz beşikteydi. Gece uyanınca yemek vermek için kalktım, kocam önümde yoktu.
Biliyordum, kocam o kızın yanındaydı. Girince kavga çıkmasından korktum. Kendi evimde kocamın bana ihanet ettiğini bilerek göz yumdum. Ertesi gün yine kocama hiçbir şey söylemedim. O da hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranıyordu.
"Çocuklarımın geleceği için kendimi ateşe attım"
Kocamın kazancı iyiydi ama ondan hiçbir şey istemezdim. Eve bir şey getirmesini söylemek yerine geçimimi kendim sağlardım. Ticareti kanımda varmış, bu işe başladım. Taşkent'ten küçük eşyalar getirip satardım. Önce kocam, kızım ve oğluma gerekli kıyafetleri alır, sonra satılacak ürünleri alırdım. Evin ihtiyaçlarını karşılamak, kocam ve çocuklarımın gereksinimlerini karşılamak önceliğimdi.
Gece saat 2-3 civarında başım ağrıyacak kadar yorgun eve gelirdim. Böyle zamanlarda kocam bir kez olsun halimi sormadı.
Taşkent'e gidiyorum, çocuklara bak diye aradığımda, "Tamam, sen git, ben evdeyim" diyerek beni kandırırdı. Bir gün satıcı kadınlarla otobüsle Taşkent'e giderken önümüzde duran bir arabada kocamın yabancı bir kadınla sarmaş dolaş oturduğunu gördüm. O an tanıdıklarımın önünde ne hale düştüğümü sadece ben ve Allah bilir. Otobüsten inip kavga etmeyi düşündüm.
O sırada yanımdaki satıcı arkadaşım herkesin dikkatini çekip bilmeyenlere anlatma, halk önünde rezil olma, her şey düzelecek dedi. Dayan, o sokaktaki fahişe, sen evin kadınısın diyerek beni sakinleştirdi. Eve gidip kocama olanları anlattım ama kabul etmedi. Böyle durumlar çok oldu.
"Satıcılar 'Kocanız yok mu?' diye sorardı"
Kayınvalidem ve kayınpederimden ayrı olmak için kendi evimizi yaptık. İnşaat için ne gerekiyorsa hepsi için ben koşturdum. İnşaat malzemesi almak için pazara gittiğimde satıcılar "Kocanız yok mu?" diye sorardı. Onlara bahane olarak kocamın hastası olduğunu söylerdim.
Ticaretten kazandığım parayı inşaata harcadım. Kocam hiç "Bu parayı kullan" demedi. Kazandığını dışarı harcardı, ben de parasının nereye gittiğini sormazdım. Evde bir gün bile kullanmak için para biriktirilmezdi. Kocam kızlarla eğlenirken, ben hem ticaret yapıyor hem de ustaların yemeklerine bakıyordum.
"Kocam yatağa mahkum olunca altın takılarımı, mobilyalarımı sattım"
Birkaç zaman sonra kocamın beli ve bacağı ağrımaya başladı. Geceleri uyuyamazdı, masaj yapardım. Doktora gittiğimizde romatizma, radikülit teşhisi kondu. Çeşitli doktorlara gittik, yanlış tedavi gördüğünü söylediler.
Bir bacağı çalışmaz oldu. Sonra Semerkand şehrindeki hastaneye gittik. Orada omurilik kanseri teşhisi kondu. Eşim çocukken düşüp darbe almış. Pek önemsememişler, hastalık yıllar içinde ilerlemiş. Bir hafta ameliyata hazırlandık, iki ay hastanede kaldı.
Altın takılarımı, mobilyalarımı satarak kocamın ameliyat masraflarını karşıladım. Yabancı birine değil, kocamın ablasına ve yeğenine sattım. İyi günlerim için aldığım yüzükler hala onların elinde. Kocamın yakınları da az da olsa yardım etti. Kayınpederim evdeki ineği satarak et dağıttı.
İki ay boyunca uyku huzur vermedi. Kocamın önünden kıpırdamadan baktım. İki ay tedavi gördükten sonra ameliyat oldu. Ameliyattan sonra da bir süre hastanede kaldık.
"Erkek işi olanı kadın üstlenmemeliymiş"
Eve taburcu olduk. Bir yıl hiç oturamaz dedi doktorlar. Evde de baktım. Ağır iş yapamadığı için oturarak çalışacak iş aramaya başladı. Sonra elektrik şebekeleri şirketinde çizim işine girdi. Maaşı iyiydi.
Kocam para kazanıyor diye evde oturabilirdim. Ama yine ticarete başladım. Çünkü doğam gereği kimseye muhtaç olmak istemezdim. Her yükü kendi omuzuma almak zorundaydım diye yanlış düşünmüştüm. Şimdi düşünüyorum da en büyük hatam buymuş.
Kocam evin ihtiyaçları hakkında sormazdı. Suçum, bunları kocama söylemememdi. Ticarete çıktığımda ev için gerekli şeyleri kendim getirirdim. Evde et ya da başka malzeme olmadığını, gelince getirmesini söylemezdim. Dükkan çıkıp kendim alır, kocam gelince yemeği hazırlar, onun gönlünü almak için huysuzluklarına katlanırdım. Aslında her şeyi hazırladığım için değersizleştim.
Ticaretten kazandığım parayı evde saklardım. Param azalmaya başladı. Kimi suçlayacağımı bilemedim. Borca girince ticareti bıraktım. Sonra kendimi tatlı satışına verdim. Sabah kadar tatlı hazırlayıp pazara götürüp satardım.
"Kocam beni merdivenden itti"
Kocamın sayısız ihanetleri beni tamamen bitirdi. Sokakta çoğu kişiden duyuyordum. Kimden çocuğu olduğu belli olmayan bir hafifmeşrep kıza takılmıştı. Buna da hep göz yumdum. Kocam fahişe kadınlarla yaptığı şeyleri benden de yapmamı istiyordu. İstemiyordum. "Ben sizin karınızım, sokaktaki hafifmeşrep kızlarınız değilim" dediğimde, "Sen benim yasal karımsın, hakkım var hepsine" diyordu. Aşağılanmaya ve zorbalığa dayanamayarak kendimi öldürmeye kalktım.
Bir gün kocamın doğum gününü bir restoranda kutladık. Tüm akrabalar toplandı. Kutlama sırasında hafifmeşrep iki kız geldi. Kutlama bitip herkes gitmeye başladı. Sadece erkekler kaldı. Ben kalanları toplayıp eve bırakmak için çıktım. Döndüğümde kocamın o kızlardan biriyle vals yaptığını gördüm.
Tabii ki çok sinirlendim. Büyük kavga çıktı. Kocam beni herkesin önünde aşağıladı. Sonra elimi itti, dengemi kaybedip merdivenden düştüm. Başımda yaralanma oldu, o günden sonra başım sık sık ağrıyor. Her şeyden yorulup baba evime gittim. Beni sormadı.
Bir gün yeğenini göndermiş. Evde ustalar çalışıyor, yemek yapmak için çabuk gel dedi. Gitmeyeceğimi söyledim. Biraz sonra kendisi geldi. Evde gelinimden başka kimse yoktu. Başımı betona vurdu. Şiddetli darbe aldım. Ambulans çağırdık. Ağabeyim geri dönmemi istedi. Döndüm. Aynı durum. Ablama telefon edip bana söylediklerini anlattım. Ablam geldi, ağabeyime anlattı. İki çocuğumu alıp ayrıldık.
"Rusya'ya çalışmaya gittim"
Baba evimde bir süre yaşadım. Evde oturmak, evdekilerin eline bakmak vicdanıma dokundu. 2011 yılıydı. Allah'a tevekkül edip çocuklarımı alıp Taşkent'e gittim. Kız kardeşimin boş evine yerleştik. Oğlumu okula, kız kardeşimi kursa yerleştirdim. Kendim terzi atölyesinde çalıştım. Altı-yedi ay çalıştıktan sonra patronumuz Rusya'daki bir şirketin şubesinde işçi aradığını söyledi. Gitmeye karar verdim. Çocuklarımı ablama bırakarak 2013'te Rusya'ya uçtum.
Türklerin açtığı bir firmaydı. Türkçe bildiğim için tercümanlık yaptım. Boş zamanlarımda Türk patronumuzun evine gidip temizlik yaptım. Türk ailesi işimi beğendi, bu yüzden çok saygı gösterdiler, yardım ettiler. Rusya'da doların değeri artınca Türkler firmasını kapatıp Türkiye'ye döndüler. Ben de Özbekistan'a döndüm. On gün geçmeden firma sahibinin karısı beni Türkiye'ye çocuklarına bakmam için davet etti. Orada 4 yıldan fazla Türk çocuklarına baktım.
"Çocuklarımın önünde suçluyum"
Bu kadar yıl göçmen olarak geçse de kazandığım parayı çocuklarımın kıyafet ve ihtiyaçlarına harcadım. Çocuklarımın önünde kendimi suçlu hissediyorum. Çünkü onların çocukluğu anne-babasız geçti, en güzel anları veremedim diye içim yanıyor. Fazla para biriktirmeyi düşünmemişim. Yakınlarım borç istediğinde verirdim. Şimdi dışarda 13-14 bin dolar param var, henüz alamadım.
Türkiye'de dört yıl çalıştıktan sonra Özbekistan'a döndüm. Bir süre sonra tekrar Rusya'ya çalışmaya gittim. Kızımı da çağırdım, birlikte Moskova'da çalıştık. Sabah erken girip akşam çıkardık. Yirmiden fazla odayı paylaşıp kızımla birlikte temizlerdik. İki yıl çalışıp Özbekistan'a döndük. Karantina başlayınca burada kaldım.
Şimdi kızımla Taşkent'te kiralık evde yaşıyoruz. Birlikte terzi atölyesinde çalışıyoruz. Kazandığımız para kira ve geçimimize zor yetiyor. Oğlum babasıyla Semerkand'da kendi evimizde yaşıyor. Kocam bu arada başka bir kadınla evlendi, ondan bir kızı var. O kadın kocamla o evde yaşıyor.
Kızım Semerkand Devlet Üniversitesi'ne girdi. Ama imkanım olmadığı için izin almak zorunda kaldık.
Hayatımız böyle geçiyor. Başımdan geçenler için kimseyi suçlamıyorum. Daha kötüsü olabilirdi diye kendimi teselli ediyorum. Her şeye şükrederek yaşıyorum.
Röportaj: Muhabbat Mamirova.
Kaynak: Kun.uz Telegram’da «Zamin»i takip edin! Ctrl
Enter
Bir Hata mı buldunuz?
İfadeyi seçin ve Ctrl+Enter tuşuna basın