date
views 2 738

26 yılını göçmenlikte geçiren Buharalı hikayesi

26 yılını göçmenlikte geçiren Buharalı hikayesi
İllüstrasyon: «Daryo» / Dilzoda Hamidjonova
«Daryo» «Göçmenlerin hayatı» projesi kapsamında yurt dışında çalışan Özbeklerin hayatını anlatmaya devam ederek 1996 yılından beri Rusya’da çalışan Buharalı bir göçmenle röportaj düzenledi. Görüşmecimizin isteği üzerine ismi açıklanmadı.

Göçmenliğe başlayan konuşma
1969 yılında Buhara’da doğdum. 1986 yılında Buhara Mühendislik-Teknoloji Enstitüsü’ne (eski adıyla Buhara Hafif Sanayi Teknoloji Enstitüsü) girdim. Babam çocukluğumda vefat etti. Öğrencilik yıllarımda anneme destek olmak için inşaat kuruluşlarından birinde tuğla taşıyıcısı olarak çalıştım. 1992 yılında üniversiteyi bitirip diplomamı aldım. İnşaat işlerine ilgim olduğu için bu alanda iş aradım. Ancak yakın tanıdıklarımdan biri, yeterli bilgi ve gayretim olduğunu söyleyerek beni prestijli devlet kuruluşlarından birine işe girmem için teşvik etti.

Sanırım bu işte üç yıl kadar çalıştım. Her sabah işe gidip akşam dönerdim. Bir günde birkaç adrese gidip konuşmalar yapardım. Gençlere, halka, çeşitli yabancı ülkelerde çalışıp dönen göçmenlerle toplantılar düzenlemek, ayrıca iş ile ilgili diğer ek görevler... Bu arada evlendim, aile kurdum ve iki çocuk sahibi oldum. Ancak hiçbiri ikiye bölünmez, maaşlar geç ödenir, bazen iki-üç ay maaş alamaz, borçlarım artardı.

1995 yılı. Göçmenlerle toplantıda nasıl bir konuşma yapmam gerektiği konusunda görev verildi. Ancak ben konuşma metnini tamamen farklı bir şekilde hazırladım. Konuşmamda Özbek gençlerinin çeşitli yabancı ülkelerdeki gezintilerinde işsizlik, kötü koşullar ve çalıştıkları yerden alınan maaşın ne geçimlerine ne de yaşam koşullarını iyileştirmeye yetmediğini, bazen maaşların aylardır ödenmediğini örneklerle anlattım.

Ertesi gün, toplantı başlamadan kısa bir süre önce hazırladığım konuşmayı okuduğumda, amirim saçlarını dikleştirdi — bağırdı çağırdı. Gece boyunca yazdığım konuşmayı okursam işten çıkarılacağımı söyledi. Çok geçmeden elime süslü sözlerle yazılmış başka bir konuşma metni verdiler. Onu okumaya zorlandım. Sonuçta bu iş! Ama bu benim kürsüde durup son kez okuduğum konuşmaydı. Konuşmanın her kelimesini hâlâ ezbere bilirim:

- Yüreğinde inanç ateşi yanmayan, zor işlerin önünde kendini aciz hisseden, cesaretten uzak bazı çağdaşlarımız “yoksullukları” için zamanı suçlar ve “ekmeklerinin yarım” olmasından şikayet eder. Böylelerini yüksek eğitimliler arasında bile bulmak mümkündür. Onlar yurt dışına gidip belli paralar kazanma hayaline kapılırlar. İyi işlerde çalışan yerlerinden ayrılıp işsizliğin yükünü omuzlarına alarak emek isteyen ülkelere giderler.

Peki, kendinde ekstra güç doğacağına inanan bu gençler komşu ülkelere gidip ne işlerle meşgul olurlar?! Ayaklarının altında en son model arabalar, “yediğin önünde, yemediğin arkanda” denilen görkemli bir hayat onları karşılar mı?! Doğru, bazıları iyi işler karşılığında zenginleşip döner. Ama onur, millet itibarı ne olacak?!

Yurtdışından gelen bir gezgin ülkemizi görüp “Böyle bir millet, kardeş halkınız var ama biz çoğu gençlerinizi kendi görevli ve zenginlerimizin hizmetinde görüyoruz,” dedi. Biz ise şaşkınlık içinde, sadece nefesimizi tutmaktan başka çaremiz olmadı. Bu meseleyi abartmak değil. Kısaca söylemek gerekirse, bazı göçmenlerin düşüncelerindeki yoksulluk kendi yaşam standartlarının düşüklüğüne yol açar.

“İflas etmiş” ya da yabancı ülkelere kendi ayaklarıyla gidip demir tabutta dönen gençlerimiz ne kadar?! Kimseye bu felaketi yaşatmasın. Zengin olup kendime ev, kendime kale kurarım demenin sonucu bu. Onlar bileklerindeki o kadar gücü Rusya’nın köpek ve domuzlarını beslemeye değil, kendi ülkesinin girişimcileri arasında ya da tarlalarında harcasalar utanç olmaz!

Bu soruya “Kendi ülkemizde emeğe layık ücret alamazsın!” cevabını alıyoruz. Ama yabancı seven dostlarımızdan “Artık kolhozda mı çalışalım, kolhozcu olup” diye kaba cevaplar duyuyoruz. Kendi ülkesinin köy tarlalarında hizmet etmekten utanmış böyle yurttaşlarımız yurt dışına gidip Rusun tavuğunu ya da ineğini beslemek ve onların dışkısını temizlemek utanılacak bir şey sanmıyorlar. Nerede gençliğin gururu, itibarı?! Kendi ülkenizde çalışın ve oradan rızkınızı arayın!
»

Konuşma böyleydi. Onu okurken başımdan soğuk terler döküldü, dizlerim titredi, ellerim ve ayaklarım güçsüzleşti. Sonuçta bu konuşma baştan sona göçmenlere hakaret ya da çaresizlikten yurtdışına giden, ne yazık ki cesedi dönen bir yurttaşımızın ruhunu suçlamak değil miydi?!

Arada dinleyiciler arasında gürültü çıktı: “İş bul!”, “Hangi kolhozun ya da kuruluşun emeğimiz karşılığında ücret ödeyebileceğini göster!”, “Aptalım, kağıt taşımanın dışında işe yaramıyorsun!” gibi sözler duyuldu. Ama onlara “Aslında bu benim konuşmam ya da kalbimdeki sözler değil!” diyemedim. Çünkü arkamda iş yerimin itibarı vardı.

Kürsüden iner inmez alınan karar
İstemediğim konuşmayı okumam — tüm hayatım boyunca göçmenlik yolunu seçmeme sebep oldu. Tamam, bundan bahsetmek istemiyorum. Ama o anda, kürsüden iner inmez, kendi isteğimle göçmenler arasında olmaya karar vermiştim. 1996 yılında 27 yaşımda utangaçlıkla yükümü omzuma alıp “Neredesin, Rusya?” diyerek ana vatanımı terk edip yola çıktım.

Çocukluğumda “Büyük bir inşaatçı olacağım, mimar olacağım, yüksek binalar inşa edeceğim, kendi yaptığım evlerin çatısından sevinçle bağırıp kaskımı gökyüzüne fırlatacağım” hayallerimi bıraktım. Annemi, biri iki yaşında, diğeri yeni doğmuş çocuklarımı ve eşimi bıraktım. Ve bu yolu kendim seçtim.

Yabancı ülkede hemşehrinin aldatması
Beni işe çağıran hemşehrim Siroj’un yardımı ve onun parasıyla yasadışı yollardan Rusya’ya gittim ve inşaat işine yerleştim. İnşaatta öğrencilikte öğrendiğim gibi önce tuğla taşıyıcı, sonra tuğla dizici ve sonrasında elektrik kaynakçısı olarak çalıştım. İş çok ağır ve fazlaydı. Öğle yemeklerini çoğunlukla iş başında geçirirdik. O zamanlar cep telefonlarımız olmadığı için ailemle ayda bir-iki kez zor konuşabiliyorduk.

Yaklaşık üç-dört ay çalışıp Siroj’dan aldığım borçları ödedim. Ama ondan sonra beni neredeyse tanımaz oldu. Maaşlarımızı tam ödemedi, vaat edilen paranın yarısını bile vermedi. Yaşadığımız yer ise bir evin bodrumundaydı, rutubetli, karanlık ve kötü kokuyordu. Üstüne üstlük kar ve yağmur suları da bodrumun kötü kokusunu artırıyordu. Parayı idare etmek için doya doya yemek de yiyemiyorduk.

Dört ay çalıştım. Sağlığımda sorunlar hissettim. Durumum gün geçtikçe kötüleşti, gücüm tükendi. Maaşımı almak için Siroj ile kavga etmek zorunda kaldım. O tüm maaşlarımı ödedi ama artık beni görmezden gelerek “burası benim bölge” diyerek ayaklarımı kaydırmamı istedi. Mecbur gittim. Hastayken zorla Rusya’daki bankalardan birinden aileme iyi bir para gönderdim. Biraz içim rahatladı ama bankanın kapısından öteye geçemedim, sağlığım kötüleşti, kendimi kontrol edemez oldum, düştüğümü hatırlıyorum.

Şefkatli insan
O zamanlar beni Rus milliyetinden Sergey Petrov adında tamamen yabancı biri hastaneye götürmüş. Hepatit C hastasıymışım. Petrov günlerce benden haber aldı, tedavi masraflarını kendim ödüyor olmama rağmen benimle yakınlarım gibi ilgilendi. Henüz Rusya’ya gelmem bir yıl olmamıştı, Rusça neredeyse konuşamıyordum, buna rağmen birbirimizi anladık. Birkaç ay sonra beni hastaneden doğrudan kendi evine götürdü. Yalnız yaşıyormuş. Tam ayağa kalktıktan sonra iş bulmama da yardım etti. Başımı okşadı.

Büyük mağazalardan birinde güvenlik görevlisi olarak işe girdim. İyi maaş alıyordum ve en önemlisi maaşımı zamanında alıyordum. Köyde büyüdüğüm için toprağı, yeşilliği severim. Boş zamanlarımda mağaza çevresindeki terk edilmiş bir bahçenin çiçek ve ağaçlarına da bakardım. Bahçenin canlandığını gören mağaza sahibi maaşımı iki katına çıkardı. Kaynakçılık da bildiğimi öğrenince bahçe çevresini demir parmaklıkla çevirmem ve küçük çeşmeler kurmam gerektiğini söyledi.

Ailemi ve kendimi ayağa kaldırmak için emekten kaçmadım. Gündüz gece demeden çalıştım. Geceleri Petrov’un evine sürünerek giderdim, gün boyu fiziksel çalışmadan ayaklarım ve ellerim ağrır, sızlardı. Ama annem, eşim, çocuklarım mutluydu. Ben de bundan memnundum.

Göz açıp kapayıncaya kadar ilk çocuğum sünnet yaşına geldi. Kazandıklarımı biriktirip düğünü yapmak için 1998 yılında Buhara’ya geldim. İki-üç ay sonra hediyelerle tekrar yasadışı yollardan Rusya’ya — Petrov’un evine döndüm. Ne yazık ki 73 yaşındaki yaşlı dostum benim dönmeme kadar vefat etmiş, akrabaları da “bulunmuş”muş.

Kendi insanın kendi insanını dövmesi
Çaresizlikten Rusya’da çalışan hemşehrim Rashid adlı gence “yük” olmaya mecbur kaldım. O beni şehir dışındaki, ormana yakın köylerden birinde — iş yerimden yaklaşık 70 kilometre uzaklıkta göçmenlerin yaşadığı evde kalmama yardım edeceğini söyledi, adres uzak olsa da kabul ettim. Özbek ve Tacik toplam 11 göçmen bir odada 12 kişi kalıyorduk.

Mağaza güvenliğini sürdürdüm, bahçıvanlık da yaptım. Kazandığım kendi ihtiyaçlarıma ve bana göz diken ailemin geçimine yetiyordu ama yol yorgunluğu bıktırıyordu. Kendi yaşadığım yere yakın bir yerden, yine inşaat alanından iş buldum. İş ağır olsa da iş yerim kiraladığımız eve yakındı, biraz dinlenme imkanı vardı. Elektrik kaynakçısı görevini verdiler. İnşaat alanına ilgim yüksek olduğu için işimi titizlikle yapardım.

Ağır iş çok yapardık ama ödemede çok yanardık. Altı-yedi aydır, bazıları iki yıldır ödenmeyen maaşlarını talep edenleri sigara ile döverler, ormana götürüp döverlerdi. Üzücü olan, bunlar Rusya’da “ded” olmuş kendi hemşehrilerimizdi. Zorluklardan dolayı ağladığımız, annemizi özlediğimiz, ailemizi aradığımız çok zamanlar oldu.

“Vizesiz zararlı keneler”
Bizim yaşadığımız ormana yakın köylerde Orta Asyalı, özellikle Özbek göçmenlerin çokluğu nedeniyle polis sık sık gelir, onları da aşağılar ve hakaret ederdi.

“Bunlar vizesiz zararlı keneler, kapadek yere tüm nesilleriyle doluşup her yeri karvansaray yaptılar” diye söylenirlerdi. Bu düşünceyi hazmedemesek de katlanmak zorundaydık. Çünkü arkamızda koruyan kimse yoktu.

Böyle düşününce şimdi de aynı. Rusya’nın çeşitli yerlerinde ağır işlerde çalışıp yeterli maaş alamayan, maaşını talep edince dövülen, bodrumlarda, demir vagonlarda yaşayan, soğuk günlerde titreyerek sabahlayan çok sayıda kişi var.

Göçmen sarı çiçeğini bile alamayıp perişan olduğunda, onunla alay edildiğinde, çaresiz halinden haberdar olup da yardım eli uzatılmadığı durumlar sayısızdır.

Hakkı ve hukuku olmayan göçmenler
Bildiğim kadarıyla Dış İşgücü Göçü Ajansı’nın bölge şubelerinin yetkileri genişletildi. Yabancı işverenlerle sözleşme imzalama hakkı verildi. Ayrıca ajansın bölge şubelerinin yöneticileri — vilayet valilerinin dış işgücü göçü konularından sorumlu yardımcıları olarak atandı. Ama gözle görülür bir sonuç yok.

Yakın zamanda Özbekistan dışındaki yurttaşlarımızın toplam sayısı hakkında tahmini bilgiler verildi. En ilginci, bilgiler — tahmini. Kesin değil. Buna göre Rusya’da resmi olarak yaklaşık 2 milyon Özbek çalışıyor. Aslında bundan fazla kayıt dışı göçmen olduğu hepimize açık. Ne yazık ki ülke ekonomisine çok büyük katkı sağlamasına rağmen Özbek göçmenler hak-hukuksuz durumda. Doğru, son yıllarda göç ajansı, elçilikler göçmenlere yardım etmeye çalışıyor, ama çabalar yetersiz ve korumalar çok az.

İnanır mısınız, bugün Rusya polisi ile göçmenler arasındaki çatışma olağan hale geldi. Polis, işçi göçmenlerinin belgelerini kontrol ederken çok kaba davranıyor, zarar veriyor. Göçmen olduğunu bilip, uzun yıllar tanıyıp, belgeleri yerinde olmasına rağmen zamanını alıyor, ofisine götürüyor. Bu yüzden işine zamanında yetişemeyen, işinden olan çok kişi var. En ilginci, polisler şimdi metro önlerinde pusu kurar gibi bekliyor. Göçmenleri “Zamanımı alma, hallederiz” demeye alıştırdılar. 100–150 ruble ya da bir paket sigarayı cebimize koymamızı işaret ediyorlar. Mecburuz?!

Dikkat ettiyseniz, Özbekistan’a gelip çalışan göçmenler aşağılanmıyor. İster görevli olsun ister sıradan işçi, saygı görüyor. Çalışma koşulları sağlanıyor. Göçmenlere tercüman hizmeti veriliyor, özel mutfaklarda yemek veriliyor, yurtlarla sağlanıyor. Çünkü hak-hukuklarının arkasında ülkeleri duruyor.

Ancak bilirsiniz ki, bizde birkaç “yurtdışında iş sağlayan” özel ajans kendi cebini doldurup işe gelince kendini sakladı. Sonuç olarak onlar cezai sorumluluğa çekildi. Rekabetçi mesleklere hazırlamayı amaçlayan meslek liselerine harcanan milyarlarca para boşa gitti. En ilginci, kürsülerde durup vatandaşın maaşını alana kadar kredi vererek “koruma” yapmaya hazır göz boyayıcı konuşmalar hâlâ devam ediyor.

Vatandaşların işe girip maaş alana kadar yol parası, patent alma ve hayat ile sağlık sigortası masrafları için 10 milyon so’m kadar düşük faizli kredi yerine yurt dışına çalışmaya giden yurttaşlarımız için en azından uçak biletleri fiyatı ucuzlatılamaz mı? Geçim sağlamak amacıyla yabancı ülkeye çalışmaya giden vatandaşın kendisiyle birlikte büyük borcu da omuzladığı çok acı. Bu borcu ödemek için çekilen zahmet, zorluk bile değil.

Vatan’a dönüş
Okul yıllarımızda sevdiğimiz sanatçımız Sherali Jorayev’in “Zaman, zaman, bizim zaman, devran bizim, elimizde yer ve gök, imkan bizim...” şarkısını coşkuyla dinlerdik. Bu şarkı bizi yaşama, yaratmaya çağırırdı. Zaman da, devran da bizim, diye gururlanırdık. Bu şarkıyı dinleyerek büyüyen çağdaş gençlerimizin ne kadar çoğu iyi yaşam umuduyla yurt dışlarında geziniyor. Göçmenlerin sorunları zamanında çözülmezse çeşitli tatsız sonuçların acı derslerini biz çekmeye devam edeceğiz.

Göçmenlere yardım, ilgi gerekli. İnsanların istihdamını artırmak için yapılan çabalar ise şimdilik denize damla gibi. Bu, birçoklarını göçmen olarak çeşitli yabancı ülkelerde gezmekten korur, onların onurunu, haklarını korurdu. Şimdi bu satırları okuyan okuyucu belki beni “deli adam” diye adlandırır, ama 26 yıl göçmenlik yükünü omuzladığım için bunun kolay olmadığını iyi anlıyorum.

Düşünürsem, 27 yaşımda göçmenlik giysisini giymişim. Saçlarım ağardı. Omuzlarım yaşlılığa çöktü. Hayatımın 26 yılını Rusya’nın soğuk zorluklarında geçirdim. Doğru, para kazandım, servet edindim. Ailem refah içinde, tok. Ev, araba, bahçe gibi. Şükür ki annem hayatta, eşim dürüst. Çocuklarım evli ve yerleşik. Onları istemelerine rağmen yurt dışında çalıştırmadım.

Onlar Özbekistan’da okudu, burada iş buldu. Hayatta yerlerini buldu. Ben ise... sağlığımı kaybettim. Göçmenlikte kötüyü gördüm, iyiyi yaşadım. Horlandım. Dövüldüm. Aşağılandım. Ülkeye dönmek için yol parası bulamadığım zamanlar oldu. Ama sabrettim. Sahte konuşmalar okuyup kendi yurttaşlarımın üstünden gülmektense, göçmenler arasında olmak daha iyidir. Bilmiyorum, tam gençliğimde kürsüde istemediğim bir konuşmayı okumaya zorlanmam beni ömür boyu göçmen yaşamaya itti.

Allah izin verirse, 2022 yılını Buhara’da — doğduğum köşede karşılamayı planlıyorum. Ve böylece Rusya’yı tüm ömrümce terk edeceğim.

Yazar: Laylo Hayitova
Ctrl
Enter
Bir Hata mı buldunuz?
İfadeyi seçin ve Ctrl+Enter tuşuna basın
Haberler » Yaşam » 26 yılını göçmenlikte geçiren Buharalı hikayesi