Orta Çağ’da Avrupa ve kısmen Afrika bölgelerinde insanlık tarihinin en korkunç ve ölümcül salgınlarından biri olan veba geniş çapta yayıldı. O dönemde tıbbın gelişmemiş olması, hijyen ve sanitasyon kurallarının yetersizliği nedeniyle bu hastalık beklenenden çok daha hızlı yayıldı. Veba, havadaki parçacıklar yoluyla, insandan insana ya da hayvanlar ve böcekler aracılığıyla bulaşabildiği için hızlı ve geniş bir şekilde yayıldı.
Hastalığı kontrol altına almak amacıyla hükümetler sözleşmeli olarak özel doktorlar tuttu. Bu doktorların çalışmaları kesin yasal temellere dayanıyordu ve yaptıkları sözleşmelerde görevleri, ayrıcalıkları ve ödeme miktarları açıkça belirtilmişti.
Veba hızlı ve tehlikeli şekilde yayıldığı için doktorlar kendi sağlıklarını korumak adına özel koruyucu kıyafetlerle görev yaptı. Onların en ayırt edici özelliği uzun gagalı maskelerdi. Bu maskeler kristal camlı gözlüklerle donatılmıştı ve gaga kısmına karabiber, tarçın, lavanta, biberiye gibi şifalı bitkiler konuluyordu. O dönemde hastalığın “zehirli hava” yoluyla bulaştığına inanılan miasma teorisi yaygındı ve bu maskeler hava filtresi gibi koruyucu bir araç olarak kullanılıyordu.
Ayrıca veba böcekler, özellikle sivrisinekler yoluyla da bulaşabildiği için doktorlar kalın kumaştan dikilmiş özel dış giysiler, uzun çizmeler ve eldivenlerle tamamen korunmuş şekilde çalışıyorlardı.
Bu doktorlar modern tıbbın imkânlarından uzak olsalar da bilim insanlarının kitaplarını inceleyerek hastalığa çare bulmaya çalıştılar. Antibiyotiklerin henüz keşfedilmediği dönemde çeşitli yöntemlerle hastalığı durdurmaya çalıştılar. Buna rağmen, veba yüzlerce şehirde milyonlarca insanın hayatına mal oldu.
Yüzyıllar geçti. Tıp önemli ölçüde gelişti. Bilimsel teknolojiler, modern teşhis cihazları, etkili aşılar ve deneyimli doktorlar artık mevcut. Ancak doktorların insan sağlığını koruma konusundaki sadakati, fedakârlığı ve cesareti o zamanlardaki gibi bugün de değerini kaybetmedi.