
Foto: Facebook / Anvar Shermatov
Tarihçi, öğretmen ve girişimci Anvar Shermatov, Kun.uz muhabiri ile yaptığı sohbette doğup büyüdüğü yeri Ishtixon’dan Berlin’e gitmesine kadar olan maceralarını, Suriye mültecilerine, çocuklara Almanca öğretmesini, kendi açtığı turizm firmasının faaliyetlerini, Almanya’daki dini eğitim, göçmenlere zorunlu kılınan Almanca, Alman ülkesindeki cami faaliyetlerini ve ayrıca vatan hasreti hakkında anlattı.
Ishtixon – Semerkant – Berlin. Bilim arayışı
Semerkant vilayeti Ishtixon ilçesi Bahrin köyünde büyüdüm. İlçemizdeki okullarda yabancı dil olarak Almanca öğretilmesi kaderimde özel bir öneme sahipti. Çünkü okul yıllarında bilim olimpiyatlarına katılmıştım.
Okulu bitirmemiz bağımsızlığın ilk yıllarına denk geldi. O zamanlar eğitim ilgisi çok düşüktü. Bunun yerine herkes ticaretle, alım satımla uğraşıyordu. Akranlarımın çoğu geçim derdindeydi.
Benim durumum farklıydı. İş yapıyorum desem, yanımda destek olacak tanıdığım yoktu ama yüksek öğrenim için bilgime güveniyordum. Semerkant Devlet Üniversitesi Almanca filolojisi bölümüne girdim, sonra yabancı diller fakültesi ayrı bir enstitü olarak kuruldu.
Okulu bitirdikten sonra çeşitli devlet kurumlarında çalıştım: o zamanlar vilayet Maneviyat ve Maarif Merkezi’nde sıradan personel, kısa süre “Kamolot” fonunda vilayet lider yardımcısı, Semerkant Devlet Tıp Enstitüsü yabancı diller bölümünde ve Semerkant Devlet Tarım Enstitüsü yabancı diller bölümünde Almanca öğretmeni olarak görev yaptım. Ama işlerim yolunda gitmedi, o zamanlar maaşla geçinmek zordu, yol parası bulamadığım zamanlar bile oldu.
2000 yaz aylarıydı, Semerkant Devlet Yabancı Diller Enstitüsü’nde birlikte okuduğum arkadaşlar Almanca filolojisi mezunlarının Almanya teknik üniversitelerinin Almanca yabancı dil bölümlerine dil sınavsız kabul edildiğini söylediler. Almanya’ya gitmek şaka değil, vize almak için ekonomik kefil gerekiyor.
“Kamolot” fonunun programında yurt dışında okuyan gençleri finanse etme bölümü olduğunu biliyordum. Yönetimde çalışmayı hayal ederken tanıdıklarım sayesinde bu fonun kefaletini almaya başardım. Sonraki aşama Almanya elçiliğine bu kefaletin kabul edilmesini anlatmaktı. O zamanlar sadece “Umid” fonu kabul ediliyordu. “Kamolot” cumhuriyet başkanlığından onay aldıktan sonra kabul ettiler ve böylece Almanya’daki maceralarım başladı diyebilirim.
İkinci kez Almanca uzmanlığı şart olmadığından eğitimi sonra tarih fakültesine geçirdim. Öğrencilik yıllarında okumanın yanı sıra çeşitli yerlerde çalıştım. Çünkü o zamana kadar evlenmiştim. Bu evlenme hikayesi de ilginçti. Semerkant’ta öğrencilik dönemimde bizden bir sınıf üstte okuyan Çelekli bir kız, kız kardeşiyle öğrenci yurdunda aynı odada kalıyordu (kız kardeşi SemDU matematik fakültesinde okurken gizlice SamDCHTI yurdunda kalıyordu).
Kış günlerinde “Bulvar”da yürürken, şehir okulunun büyük sınıf öğrencileri bir kızı karla boğuyor, yerde yatan kızın yüzüne kar sürüyordu. Koşup çocukları dağıttım ve kızı kurtardım. Tanıdık bir kızdı, teşekkür etmesini bekledim. Kız ayağa kalkar kalkmaz teşekkürünü bile erteleyip çocukları kovaladı, çok etkileyiciydi bu kız diye aklıma kazındı. Berlin’e geldiğimde o da ablasıyla Berlin’e gelmişti, kaderin cilvesi, sonra o kıza evlendim.
Öğretmenlik, mültecilerle çalışma ve turizm

Berlin’de dünyanın en büyük turizm fuarları düzenlenir. Turizm alanına ilgim olduğu için her yıl bu fuarlara girip inceleme yapardım.
2008’de Semerkant’ta turizm firması açtım, 2013’e kadar Almanya’dan turistleri ülkemize getirmekle uğraştım. Sonra ekonomik kriz başladı, turizm durakladı ve bir süre öğretmenlik – yabancı dilli insanlara Almanca öğretmekle meşgul oldum.
Bildiğiniz gibi Almanya yasalarına göre, ülkeye gelen her göçmenin Almanca bilmesi zorunludur. Sosyal yardımlar alabilmek için de gereklidir. Biz diğer milletlerden insanlara Almanca öğretmekle uğraştık.
Bu arada Suriye olayları başladı ve Avrupa’ya, Almanya’ya da mülteciler gelmeye başladı. İlk partide bir milyon mülteci geldi. O zaman hızla gerekli önlemler alındı, mülteci çocukların eğitimi de dahil. Almanca öğretmenlerine talep arttı, maaşların artırılması teklif edildi ve ben çalışmayı kabul ettim.
5 yıl boyunca 2019’a kadar mülteci çocuklara ders verdim, inanmazsınız, bu süre içinde fiziksel değil, ruhen ve manen yoruldum. Çünkü birincisi, çocuklar uzun zamandır eğitim almamıştı, onlara ders vermekten çok önce disiplin ve terbiye vermek gerekiyordu. Basit bir örnek, sınıfa sadece kapıdan girilmesi gerektiğini, sıraya oturmayı öğrettik. Suç onlarda değildi, bazıları yolda doğmuş, bazıları okul yaşına gelmeden yola çıkmış, 2-3 yılını yolda geçirmiş, okul hakkında hiçbir fikirleri yoktu. Bazıları ise savaşın dehşetini gözleriyle görmüş, ruhen ezilmiş çocuklardı.
İkincisi, yaşadıkları olayları, ilgilenmesem de dinlemek zorunda kaldım, sadece çocuklar değil, aileleri de gelip dertlerini anlatıyordu. Aralarında çeşitli kader sahipleri vardı, okuluna bomba düşüp sıranın altında canını zor kurtaran, zengin ve gösterişli yaşayan birinin bir anda hem malından hem vatanından olup yabancı yerde süründüğünü anlatması dinleyeni etkilemeden bırakmıyordu.
Bu yüzden oradan ayrıldım ve tekrar turizme döndüm, şu ana kadar bununla uğraşıyorum. Semerkant’taki firmamızı kardeşlerim yönetiyor. Pandemi tüm sektörler gibi turizme de büyük zarar verdi. Ama bu durumda bile ekonomik gelişmiş bir ülkenin seviyesini gösteriyor, örneğin firmaların kira giderleri, çalışanların geçici işsizlik ödeneği ve diğer ödemeleri yapıldı. Özbekistan’da böyle bir şey görmedim, tabii doğru anlamak gerekir, devletimiz ekonomik olarak henüz gelişmekte olan ülkeler arasında.
Turizmle uğraşan kişi ustabaşı tüccar gibi olur, insanları ilgilendirmek için önerdiğiniz ülkeleri tanıtmanız gerekir. Turistler çoğunlukla kadınlar güvenlik hakkında sorar, yani günün her saati ve her yerde kendini ne kadar güvende hissettiğini sorar. Önceki cumhurbaşkanı döneminde Özbekistan polis ülkesi, her yerde polis var diye anlatırdık, şimdi ise turizm polisi turistlere her yerde yardım etmeye hazır diye anlatıyoruz, ülkemiz 2018’de en güvenli ülkeler arasında üst sıralarda yer aldı dememiz de birçok turistin ülkemize seyahat etmesine teşvik oluyor.
Ayrıca, halkımızın dürüstlüğü, bizimle giden turistlerde olumsuz durumların olmaması, hatta bir yerde unutulan tam dolu cüzdanı oraya gidip alıp, turistin gelmesini bekleyen hemşehrilerimizi gördük. Bu da sonraki seyahatler için güven sağlar.
Almanlar tarihi şehirlerimizin yanı sıra sıradan köy hayatı, düğünleri ve diğer törenleri çok merak ediyor. Uygun yerde belirtmek gerekir ki, burada köy ile şehir arasında fark neredeyse yok, yani imkanlar, altyapı, yollar, elektrik, gaz, internet gibi ihtiyaçlar şehirde de köyde de eşit derecede karşılanıyor. Fark köy halkının birbirini tanıması, onların nispeten sade ve açık yürekli olması.
Şehre gelen herhangi bir uzak bölge insanını bir bakışta, bir sohbetle ayırt etmek zor, sadece şivesinin başka yerden olduğu söylenebilir, ama bizde şehir ve köy arasında büyük fark görmezsiniz.
Özbekistan’daki köyler ve oradaki hayat onlar için egzotik sayılır. Bazen turistleri düğün yapılacak günlere götürüyoruz, örneğin Nurota yamaçlarında yapılan düğünleri Almanlar bile ben az gördüm, çok ilginç.
Almanya’daki Özbek göçmenlerinin hayatına bakış

Özbekistan ile sürekli bağlantılarım bundan ibaret. Yılda bir veya iki kez doğup büyüdüğüm yerlere gidip yakınlarımın yanında zaman geçirip dönüyorum. Vatandaşlarla birlikte 2013’te Almanya’daki elçiliğimizle görüşerek kendi “Davra” Özbek-Alman toplumumuzu kurduk ve Almanya yasalarına göre kayıt yaptırdık, üyelik için ya Özbek olmak ya da Özbekçe bilmek şartı koyduk. Zaman zaman toplanıp yarışmalar düzenliyor, bir sofranın etrafında sohbetler yapıyoruz.
Almanya’daki vatandaşlarda büyük sorunlar olduğunu düşünmüyorum. Çünkü buraya çoğunlukla akademik kesim gelmiş. Ama aynı zamanda Almanya’da doğan çocukların Özbekçe öğrenmesi biraz aksıyor, çünkü Almanca dili gelişiyor, burada eğitim ve sonraki yaşam için bu önemli, kreşte ve okulda da Almanca var. Çoğu genç olduğu için çocukları henüz küçük, Özbekçeyi sonra öğrenirler diyorlar, kendi çocuklarım da kitap dili bilmese de günlük Özbekçeyi çok iyi konuşuyorlar.
Kendi hükümetimize Almanya’nın başkenti Berlin’de “Özbek Evi” (Usbek Haus) adıyla küçük de olsa bir merkez açma teklifinde bulunduk, henüz hükümet tarafından pratik bir çalışma yok. Böyle bir merkezin milletimiz için önemi, büyüyen nesil için online da olsa Özbekçe dersleri düzenlemek, orada veya online olarak çeşitli ilginç soru-cevaplar yapmak, kısaca Almanya’da büyüyen çocuklarımızın vatandan kopmaması ve vatana bağlılığını artırmak, ayrıca Özbek kültürü ve turizmini tanıtmakta çok faydalı bir merkez olabilir.
Almanya’da her dine saygı ve ilgi iyidir. Müslümanlar da oldukça fazladır, Müslümanların yoğun yaşadığı her mahallede küçük de olsa camiler yapılmıştır. Bazı yerlerde çok katlı binalar kiralanır, odalar birleştirilip büyük salonlar oluşturulur ve cami olarak kullanılır.
Şu anki pandemi koşullarında akşam 22:00’den sabaha kadar şehir sokaklarında yürümek yasak. Ama Ramazan ayı olduğu için namaz kılanlara camiden teravih namazına katıldıkları hakkında belge verildi, polis sokakta durdurduğunda o kağıdı gösteriyoruz.
Almanya okullarında da diğer ülkelerde olduğu gibi din dersi verilir. Yasaya göre Hristiyan dini okutulmalıdır. Ama her okul ihtiyacına ve hangi din mensuplarının çoğunluğuna göre değişiklik yapma hakkına sahiptir, büyük kızım birinci sınıfa başladığında sınıf öğrencileri Müslüman olduğu için okul yönetimi din dersinde İslam dini okutulmasına karar verdi. 9 yıldır okulda İslam dinini öğreniyor. Ayrıca haftada iki gün camiye ek eğitim için gidiyor ve şu anda Kur’an-ı Kerim okumayı öğrendi.
Gelecek planları...
Çoğu soruyor, geleceğini nerede görüyorsun diye. Bilmiyorum, bu benim için çok soyut. Yurt dışına gelme sebeplerim neydi: eğitim, iyi maaş, özgür yaşamak.
Yukarıda da söyledim, devlet kurumlarında bir süre çalıştım ve şimdi de gözlemliyorum ki durum çok değişmemiş, kendi dünya görüşümle kimseyi eleştirip kendime gereksiz düşmanlar edinmek istemem. Ama Almanya’da kalmayacağım kesin, hep Allah’tan dilerim ki ölümü burada olmasın, vatanımda kardeşlerim arasında olsun. Yıllar geçtikçe gitme zamanı yaklaşıyor.
Şimdi eskisi gibi maddi sıkıntı çekmeyebilirim ama toplum hayatında yaşanan adaletsizliklere katlanamam, diğerleri gibi “tamam tamam” diyerek yaşamayı kabul edemem. Köyüme gittiğimde insanlara bu köyde cami yok, cami yapılmalı dediğimde “E, bırak, ne yapacaksın, boş iş” derler. Vilayet valisine kadar yazdım, ben gittikten sonra valilikten bir yetkili gelip babama bir şeyler anlatmış, sanki bir şeyler “anlatmış”. Bu yüzden geleceğim belirsiz görünüyor, ama Allah’tan dilediğim ve çok inandığım bir şey var, bir gün halkımız yolsuzluk belasından kurtulacak ve benim de eleştirmen olmama gerek kalmayacak, Allah verdiği ömrümün kalanını vatanda, yakınlarım ve dostlarımla geçireceğim!
Yigitali Mahmudov ile sohbet edildi.
Telegram’da «Zamin»i takip edin! Ctrl
Enter
Bir Hata mı buldunuz?
İfadeyi seçin ve Ctrl+Enter tuşuna basın İlgili haberler